Ortaokul fen bilimleri dersi konu anlatımları, TEOG sınavlarına hazırlık rehberi...

>> >>>>>>>>>>>>>> Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür.Hayal gücü ise her yere... EİNSTEİN

13 Eylül 2012

EĞİTİM SİSTEMİMİZDEKİ DEĞİŞİKLİKLER


Kaynak: meb



SUNUCU- İyi günler sayın seyirciler, bir Ankara Gündemi Özel’de
tekrar birlikteyiz. Bugün önemli bir misafirimiz var, Sayın Milli Eğitim Bakanı
Ömer Dinçer, öncelikle hoş geldiniz diyorum.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Çok teşekkür ediyorum,
sağ olun.

SUNUCU- Tam da sıcak konunun üzerine, yeni eğitim sistemi başladı,
birinci sınıflar okulla tanıştı, henüz eğitim sistemi, yeni eğitim-öğretim yılı
gelecek hafta başlayacak ama, şimdi bir haftalık alışma devreleri var. Tam da
tartışmanın üzerine geldik, yeni bir  sistem, yeni bir başlangıç diyeyim Milli
Eğitim açısından belki de, çok önemli değişiklikler var. Önce neyi amaçladık,
yani eski sistemden sıkıntı neydi ki yeni sisteme geçtik? İlk günlerde size gelen
izlenim ne, herhangi bir sıkıntı oluyor mu veya böyle bir izlenim edindiniz mi?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Eski sistemde sıkıntı
neydi ki diyorsanız şayet, ben o zaman size bir soru sorarak başlamak isterim.
Eski sistemden memnun muydunuz?

SUNUCU- Değildik.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Yani normal şartlarda
değişiklikleri konuşurken çoğu kez insanlar bu değişikliklerin gerekçelerini
ortaya koyma konusunda bazı hususları gözden kaçırıyorlar. Değişikliğin ortaya
çıkardığı birtakım belirsizlikler veya belirsizliğin getirebileceği bazı riskler daha
çok ön plana çıkıyor. Birazcık geriye doğru dönüp baktığınızda, Türk eğitim
sisteminin aslında çoğu kez eleştirildiğini görürsünüz. O eleştirileri yapan
kesimler olarak belirli bir kesimden bahsetmeniz de mümkün değil; veli
memnun değildi, öğrenci memnun değildi, öğretmen memnun değildi. Genel
olarak ulusal performansımıza, başarımıza baktığınızda çok sayıda
eleştirilebilecek yer söz konusuydu. Uluslar arası başarılarımıza baktığımızda
bulunduğumuz konum belliydi. Bütün bunlardan hareketle bakıldığında, eğer
mevcut statüyü koruyarak daha üst başarılara ulaşacağımızı varsayıyorsak, o
zaman bu varsayımın doğru olmadığını ben söylemeliyim sizlere.

SUNUCU- Peki, yeni sistem bu başarıyı getirecek mi?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Tabii bu iddiayla yola
çıkıyor, başarıyı getirip getirmeyeceğini zaman içinde göreceğiz. Ama şunu
söylemeliyim: Belirli bir amaç ortaya koymuşsanız ona uyumlu araçlar, ona
uyumlu kaynaklar üretmek durumundasınız. Şayet amaçla araç arasında bir
uyumsuzluk varsa, zaten başarı söz konusu olamaz, hedeflerinize ulaşamazsınız.
Şimdi biz normalde bir kere her şeyden önce amaçlarımızı, temel vizyonumuzu
değiştirdik, değiştirmek zorundaydık. Bunun iki genel gerekçesi vardı. Bir
tanesi; eğitim sistemimizin mevcut başarısı, mevcut konumu  tüm toplumu ve
ilgili bütün aktörleri memnun etmiyordu. Yani, kendi iç problemlerimiz ve iç
yetersizliğimiz birinci sorundu. İkincisi ise; küresel düzeydeki başarılarımız yeterli değildi ve daha da önemlisi, dış çevre faktörleri son yıllarda çok yoğun
bir şekilde değişmişti, ona uyum sağlamak zorundaydık. Bu değişikliklerin neler
olduğunu biraz sonra ben yeri geldikçe sizinle paylaşmak isterim doğrusu. Bu
vesileyle bakıldığında biz hem dış çevre faktörlerinden, hem de içerideki
yetersizliklerden hareketle değişmeyi öngördük, yeni bir vizyon ortaya koyduk.
Bu vizyonun temel hedefi ne? Bir kere burada öncelikli olarak şunu
söylemek istiyorum ben: Normalde mevcut eğitim sisteminden farklı olarak
ciddi anlamda bir paradigma değişikliğini öngörüyoruz biz, bir zihniyet
değişikliğini, bir yaklaşım tarzını öngörüyoruz, yeni bir yaklaşım tarzını. Bunun
temel özelliği şu: Mevcut eğitim sistemimizde biz tek tip bir eğitim hizmeti
sunuyoruz. Bu eğitim hizmetinin hazırlanması şekli son derece otoriter ve
merkeziyetçi. Aynı zamanda  kimin nerede nasıl hangi öğretmenden ne tür
bilgileri alacağına dair bütün ayrıntısıyla tanımlanmış çok şekli bir eğitim tarzı.
İkincisi ise; bu eğitim tarzı normalde otoriter ve merkezi olması
sebebiyle gerek bireylerin, yani çocuklarımızın, gerekse toplumun farklı
kesimlerinin ihtiyaç ve beklentilerini veya özelliklerini göz önüne almıyor.
Herkese bir hizmet sunuyor, bunu siz alın diyordu. Bundan ne kadar tatmin
olacağımızı, ne kadar ihtiyaçlarımızı karşılayacağımızı hesap etmeksizin.
SUNUCU- Benim elimdeki bu, bunu kullanacaksınız.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Gibi. Tabii bir tarafıyla
tek tip bir eğitim tarzı, öbür tarafıyla tek tip bir insan yetiştirme hedefi,
Türkiye’de küresel düzeyde rekabet edebilir olmayı önleyen çok önemli bir
eksiklikti. Bunu dünya 1960’lı yıllardan sonra terk etti. Özellikle 1980’li
yıllardan sonra ise eğitim üzerinden, nitelikli insan üzerinden rekabet edilmeye
başlandı. Bu açıdan bakıldığında, biz yeni eğitim sisteminde tek tip eğitim
anlayışından vazgeçiyoruz.
İkincisi; tek tip insan yaklaşımından, hedefinden de vazgeçiyoruz. Biz
her bir çocuğumuzu ayrı birer değer olarak, ayrı birer kabiliyet olarak
görüyoruz, her birisini özel olarak tespit ediyoruz ve bunun üzerinden bir eğitim
yapmayı, onların kabiliyetini açığa çıkarmayı öngörüyoruz. Önceki yapı
içerisinde aslında çocuklara tek tip hizmet sunulduğu için aralarında bir rekabet
söz konusu değil, onların birbirlerine göre kendi kabiliyetlerini ortaya koyup
sivrilme, birinin diğerinin önüne geçmek gibi bir imkanı, fırsatı da yoktu, zemin
ona müsait değildi. Şimdi herkesin potansiyelini açığa çıkaralım. Herkes kendi
kabiliyetiyle rekabet etsin ve bir noktaya gelsin diye bekliyoruz.
SUNUCU- Evet ama, yani ama’yla başlamayayım, evet doğru,
haklısınız, bu dedikleriniz çok önemli, ama bildiğiniz gibi hep tartışmalar, yok
66 ay mı, yok 60 ay mı, yok 5,5 yaşındaki çocuklar nasıl gidecek, yok işte
sistem yeterli mi, çok mu aceleye getirildi? Bunun üzerinden bir tartışma devam
ediyor. Siz yani aceleye getirilmiş hissi var mı? Yani, bir anda herkes sanki
önünde bulmuş diye bazı çevrelerde özellikle bir eleştiri söz konusu.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bir kere şunu
söylemeliyim: Doğrusu ben hala bu zihniyet değişimine devam etmek de istiyorum. Bir toplumda kolayca zihni değişim olamaz. Paradigma değişikliği
dediğimiz şeyi, yukarıdan bizim karar verip bir talimatla, genelgeyle
düzelteceğimiz bir husus olmadığını izah etmem lazım. Şimdiye kadar
yetiştirdiğimiz öğretmenler otoriter bir tarzdaysalar, ailelerimiz zaten otoriter bir
davranış içindeyseler, herkes çocuğa ne yapması gerektiğini söylüyorsa, bundan
kolayca dönüşemeyeceğimizi ve çocuğa fırsat ve kabiliyetini ortaya koyacak
imkanlar sunamayacağımızı belirtmem lazım. Bu, toplumun bundan sonra
alışması gereken bir yapıdır, bu  bir süreç, bir zaman meseledir. Bu açıdan
bakıldığında, biz şimdi toplumun farklı kesimlerine de ihtiyaç ve beklentilerini
karşılayacak bir hizmet sunmayı öngördük. İşte farklı etnik yapıda olan, farklı
dini inanışta olan veya farklı birtakım beklentileri olan sektörler gibi. Her birisi
için onlara uygun hizmet vermeyi de planlıyoruz. Aslında onların bu konudaki
taleplerinin bile oluşması zaman alacak demektir. Bu açıdan bakıldığında
paradigma değişimi, bizim öngördüğümüz bir hedef, ama bunun bir süreç
meselesi olduğunun altını çizmek lazım.
O bahsettiğiniz meseleler ise, 66 aylık olma meselesi vesaire gibi
hususlarsa, aslında uygulamaya dair sorunlardır. Ben burada çok belirgin bir
şekilde şunu söylemek istiyorum: Temelde stratejisi doğru olan bir çaba için
operasyonel yanlışlıklar o kadar önemli değildir. Bir an için varsaysanız bile
öyle diye, düzeltilme imkanı her zaman vardır. Bu şuna benzetilebilir: Gideceği
limanı belli olan bir geminin motoru ara sıra arıza yapıyor olsa bile mutlaka
limanına ulaşır,  biraz gecikmeli olarak belki ulaşır. Ama gideceği limanı belli
olmayan bir geminin gemisi, motoru, makinesi, kamaraları, çalışan insanları çok
iyi olmuş olsa bile hedefine ulaşma şansı hiç yoktur. O yüzden stratejik olarak
doğru olanları operasyonel meseleleri tartışarak bence heba etmemeliyiz. O
açıdan 66 ay meselesi aslında Türkiye’de operasyonel olarak bizim doğru
gördüğümüz bir uygulama olmasına rağmen birtakım tereddütlerin olmuş
olması, ileride onları haklı çıkarsa bile bizim esas hedefimizi değiştirecek kadar
büyük bir sorun olarak görülmemelidir.
SUNUCU- Biz hedefi koyduk, oraya doğru gidiyoruz. O arada
değişiklikler yapılacak yine sistem içerisinde.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Evet, bugün uygulama
için verdiğimiz kararlarda beklemediğimiz sonuçlar olursa, tabii ki onları
gözden geçireceğiz, amacımız hedeflere ulaşmaktır, esas vizyonu
gerçekleştirmektir. Ama her şeye rağmen ben şunu söylemeliyim: 66 ay
meselesi, Türkiye’de tartışıldığı kadar eğitim sisteminde sorun çıkaracak bir
mesele asla değildir.
SUNUCU- Evet, yani ben onu söyleyeceğim; geçmiş dönemdeki
uygulamada 1 Ocak itibariyle 72 aydı sanırım okula başlama yaşı…
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- 72 ayını tamamlamış
olanlar içindi, evet.
SUNUCU- Şimdi Eylül’de 66 ay, yani aslında zaten Eylül’de açılıyor
okullar, çok da fazla arada…MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Yani biz 68 ayını
bitirmiş çocuklarımız yerine, şimdi 66 ayını bitirmiş çocuklarımızı almış
olacağız.
SUNUCU- Aslında 2 ay mı oynuyor yani.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Temelde 2 aydır evet.
SUNUCU- Ama bunun yansıtılış biçimi farklı. Buna bir kamuoyu
baskısı söz konusu, yani en azından basın camiasında veya…
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Eğer siz çok dikkatle bir
gözlem…
SUNUCU- İyi mi anlatamadık bunu?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Hayır, çok dikkatli bir
gözlemle bakarsanız, aslında toplum içerisinde çok cüzi bir kesimin biraz siyasi
ve ideolojik mahiyette bir tavır koyduğunu görürsünüz. Toplumun çok büyük bir
bölümü bu konuyu sorun etmedi. Bizim bu yıl, yani Pazartesi gününden itibaren
okula gelen çocuklarımızın doluluk oranına baktığımızda asla büyütüldüğü
kadar karşımıza bir sorun çıkmadığını size söyleyebilirim. Zaten kesin rakamları
da çok yakında kamuoyuyla paylaşacağız, ne kadar çocuğumuz okula geldi onu
bildireceğiz.
SUNUCU- Bu raporla gelmeyenler vesaire…
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bizim beklediğimizden
bile çok daha az oldu, ben onu size söylemeliyim. Biz az-çok bir rakam tahmin
etmiş, şu kadar öğrenci gelmeyebilir demiştik. Buna karşın da 60 ila 66 ay
arasındaki çocuklarımızdan o kadar öğrenci geleceğini tahmin etmiştik. Şimdi
bizim tahminlerimiz o konuda rapor alanlarının çok daha az olduğu şeklinde.
SUNUCU- Çok daha az sayıda kişi aslında…
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şuna da inanıyorum,
onu da söyleyeyim ben size: Bu tartışmaların etkisinde kalıp rapor alan
ailelerimiz bir hafta sonra, 10 gün sonra çocuklarını bize göndermeye
başlayacaklar. Çünkü, görecekler ki aslında daha önceki yıllardan daha kötü
şartlarda çocukları eğitime alınıyor değiller. Üstelik tam tersi bu yıl
çocuklarımız için çok güzel programlar uygulayacağız.
SUNUCU- Sistemi tekrar değiştirme, hani 4+4+4 değişiklik olabilir
dediniz ama, böyle radikal bir değişiklik mi olacak, yoksa bazı ufak tefek
düzeltmeler…
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Operasyonel
değişiklikler. Siz herhangi bir stratejiyi belirlediğinizde onunla ilgili yola
çıkarsınız ama, uygulama esnasında beklemediğiniz bazı sorunlar çıkar, onları
düzeltecek tedbirler alırsınız, onu kastediyorum. Sistemin esası, özü üzerine
değil.
SUNUCU- Türkiye’de milli eğitim her gelen iktidar tarafından bir
şekilde değişikliğe uğratılmış, bir şekilde el atılmış bir konudur, olaydır, o
anlamda soruyorum. Yani, sizden sonra da bu sistemi biz beğenmedik, şurayı
yapalım diyenler olabilir mi? Yani, bu olacaksa devamlı, bu olan da halka oluyor çünkü, sonuçta çocuğunu gönderen için oluyor, devamlı bir sistem
değişikliği.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bu konuda gerçekten
samimi bir düşüncemi paylaşabilir miyim?
SUNUCU- Tabii.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bu eğitim sisteminde
yapılan değişiklikleri bu ülke çok büyütüyor. Eğitim sisteminde üç ana öğe
vardır benim görebildiğim kadarıyla, bunu çoğaltabilirsiniz, farklı bakış
açılarından farklı şeyler söyleyebilirsiniz, üç ana öge.
Bir; öğretmen birincisi ve en önemlisi.
İki; müfredat, verdiğiniz dersler, ders miktarları ve içeriği.
Üçüncüsü ise, eğitim ortamı.
Eğer bunlarda çok önemli değişiklikler yapmamışsanız, bunun dışında
yaptığınız değişikliklerin pek çoğunu değişiklik olarak görüp de eğitim sistemi
değişiyor diye tartışmak çok manalı değil. Bunun dışında zaten varsayılabilecek
olan yegane şey, eğitim paradigmasıdır, eğitim zihniyetidir. Cumhuriyet tarihi
boyunca bugüne kadar eğitim paradigması değişikliğe uğramadı. Ana paradigma
değişmiyorsa, öğretmeniniz değişmiyorsa, eğitim ortamınızı
değiştirememişseniz, müfredatlarınız değişmiyorsa, o zaman değiştirdiğiniz
şeyin ne anlamı var? Sınavı iki sefer yapsanız ne olur, üç sefer yapsanız ne olur?
Yahut da sınavı yaptıktan sonra öğrenciyi yerleştirmek için bu yıl şu yöntemi
kullansanız ne olur, bu yöntemi kullansanız ne olur? Bunların hiçbirisi, aslında
eğitim sisteminin özüne taalluk eden meseleler değildir, operasyonel
meselelerdir. Türkiye şimdiye kadar eğitimin özüne bakmaksızın operasyonel
meseleler üzerinden değişim yaptığı için çok değişim yaptı diye algılanıyor.
Halbuki de öyle değil, dünyanın her yerinde buna benzer değişiklikler olur. O
açıdan bakıldığında ben şimdi şunu söylemeye çalışıyorum: Türkiye şimdi ilk
defa paradigmasını değiştirmeye çalışıyor, eğitim altyapısında çok ciddi bir
değişikliğe gidiyor ve eğitim ortamlarını iyileştirmeye çalışıyor. Herkes belki
4+4+4’le ilgili kanunu fark etti ama, tam buna paralel ve bununla beraber
başlattığımız eğitim ortamlarına yönelik bir yaklaşımı, yani okullar hayat olsun
projesini çok fark etmedi. Biz okullara yönelik algıyı değiştirmeye, eğitim
ortamıyla ilgili düşünceleri değiştirmeye çalışıyoruz aynı zamanda. Ve şimdi
öğretmenlerimize yönelik programlar ve öğretmen mesleğiyle ilgili yeni
stratejiler peşinde koşuyoruz. Dikkat edecek olursanız, az önce saydığım temel 3
dinamik mesele üzerine bir de zihni değişimi öngördüğümüzde şimdi biz esas
değişikliği yapıyoruz.
SUNUCU- İlk defa esas değişiklik. O zaman şöyle de bir eleştiri de
gelebilir yani AK Parti açısından: Geç kalınmış bir aslında adım.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi küresel dünyanın
gidişiyle mukayese ederek eğer bir değerlendirme yaparsanız, evet çok geç
kalınmış bir yaklaşımdır. Çünkü dünya 1980 yılından itibaren değişti ve
değişiyor. 1980 yılından sonra yaptığı o değişikliğin üzerine şimdi belki ikinci nesil veya üçüncü nesil değişiklik peşinde. Bugünlerde, yani 2010’lu yıllardan
sonra Japonya, Güney Kore, Amerika Birleşik Devletleri gibi pek çok ülke artık
yeni bir eğitim stratejisi belirlemeye ve bunun üzerinden rekabete hazırlanmaya
çalışıyor. Türkiye o anlamda bakıldığı zaman çok geç kalmıştır. Sadece bizim
iktidarımızın sorunu değildir. 1980’den sonra, hatta şunu söylemeliyim size:
Lütfen incelesinler, siz de inceleyin. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra
Sovyetler Birliği’ne mensup ülkelerin hemen hemen pek çoğu ilk defa eğitim
üzerinden değişiklik yaptılar, eğitim sistemleri değiştirdiler, otoriter anlayışları
terk etmeye başladılar ve müfredatlarını gözden geçirdiler. Bu çok anlamsız bir
şey değildi. Çünkü dünya onun üzerinden yeniden kurgulanıyordu. Ama eğer
Türkiye’nin şartları açısından bakacak olursak geç kalmış değiliz. Çünkü
Türkiye, bu konuda alt yapı olarak o kadar yetersizdi ki, yine Türkiye zihni
algılama olarak o kadar henüz buna hazır değildi ki, bu değişikliği mesela bir 5
sene önce yapmaya teşebbüs etseydiniz Türkiye’de yapma imkanınız uzun
müddet yine hiç kalmayabilirdi.
Bunu şöyle değerlendirmek lazım: Okullaşma oranları olarak bakın
lütfen. Türkiye’de 2002 yılında ortaöğretimde okullaşma oranı yüzde 50,5
civarındadır, yüzde 51 diye kabul edin siz. O zamandan bu zamana çok ciddi
anlamda mesafe kat ettik, inanılmaz bir seviye oldu, her yıl neredeyse yüzde 2
oranında artış sağlandı, 2’şer puan artış sağlandı, yüzde 2 demeyeyim, 2’şer
puan, şu anda yüzde 68’lerdeyiz. Ama size şunu söylemeliyim: 2009 yılında tüm
dünyanın ortaöğrenimdeki okullaşma oranı yüzde 88’dir, 2009 yılında ve tüm
dünyada. Yani, Afrika, yani Güney Asya ve Latin Amerika ülkeleri dahil olmak
üzere tüm dünyanın ortaöğretimdeki okullaşma oranı yüzde 88’dir. 2009
yılındaki yüzde 88 rakamı ve dünya ortalaması olarak baktığınızda, Türkiye’nin
2011 yılındaki yüzde 68’lik oranı içinde bulunduğu durumu gösterir. Eğer siz bu
okullaşma oranını yüzde 80’lerin üzerine çıkaramazsanız, az önce bahsettiğim
değişimi yapamazsınız. Nitekim şimdi biz kendimizi çok güçlü hissettik, çünkü
son iki yıldır ortaöğrenimde okullaşma oranı yüzde 85’in üzerine çıkmıştı.
Affedersiniz, ortaöğrenimde dedim, yanlış ifade ettim. Ortaokuldan liseye geçiş
oranı yüzde 85’in üzerine çıkmıştı. Böyle olunca, artık yüzde 100 için hedef
koyma şansımız var. O yüzden 12 yıllık eğitim zorunlu hale getirilebildi. Başka
bir örnek vereyim size; derslikler olarak Türkiye’de okullaşma oranı 2002
yılında ilköğretimde daha yüzde 90’ların başındaydı, yüzde 91-92 civarındayken
derslik başına öğrenci sayımız 35-36. Şimdi yüzde 99’a çıktık, şu anda yüzde 30
civarındayız. O kadar az dersliğimiz vardı ki, şehirleşme ve göç olmaması…
Şimdi o zamandan bu zamana yoğun bir şekilde göç ve yeni şehirlerde artış
olmasına rağmen şehirlerimiz de dahil olmak üzere biz tam 181 bin yeni derslik
yaptık. Bu, Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan dersliklerin yüzde 60’ına tekabül
ediyor neredeyse.
SUNUCU- Çok önemli bir adım aslında.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi eğer altyapınız
yetersizse ve herkese fiziki imkanları sunmakta gecikiyorsanız, teknolojik altyapınız uygun değilse, o zaman yapacağınız değişiklik nasıl başarılabilir?
Aynı şeyi öğretmen sayısı için söylemek mümkün. 2002 yılında, 2003 yılında
Türkiye’deki toplam öğretmen sayısı 554 bin. Ama o günden bu zamana kadar
biz neredeyse 360 bine yakın  öğretmen aldık. Emekli olanları çıkardığımız
zaman, bugün yaklaşık öğretmen sayımız 730 bin civarına ulaştı. Yani, biz artık
bu ülkede öğretmen ihtiyacının yüzde 85’den fazlasını, yüzde 87’sini
karşılayabilir hale geldik.
Şimdi öğretmeniniz ancak yeterli  olduğunda, derslik sayınız yeterli
olmaya başladığında siz birtakım değişiklikleri ve fırsat eşitliğini sunma
imkanına sahip olursunuz.
Bütün bunlara rağmen hala ciddi sorunlarımız var.
SUNUCU- Ne gibi mesela?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Hala 170 bin dersliğe
ihtiyacımız var özellikle büyük illerimizde, 10 ilimizde. Ve yine hala yüzde 15
civarında öğretmen eksiğimiz bulunuyor. O açıdan bakıldığında bizim
yaptığımız değişiklik, belki de birtakım hazırlıkları, 7-8 yıllık bir hazırlığı
kapsayacak bir değişiklik.
SUNUCU- Peki, şöyle olamaz mıydı, hani eleştirileri de göz önüne
alarak söylüyorum: Bu eksiklikler giderildikten sonra mesela sistem
değişikliğine gidilse, o dönemde tartışılsa 4+4+4, eksik bir şekilde
başlamaktansa biraz daha tam, en azından mükemmele yakın tamdan başlasa
daha iyi olmaz mıydı?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bunun teorik anlamı şu:
Zaten 30 yıl geç kalmıştık, bir 10 yıl daha geç kalsak ne olur anlamıdır.
Normalde kendinizi artık bir o kadar daha beklemeyecek kadar güçlü
hissediyorsanız yapabilirsiniz. AK Parti hükümetleri de şimdi bu dönemde bunu
yapabilecek güçte ve altyapıda hissettiği için belki adım atıyor.
SUNUCU- Bu altyapı yetersizlikleri üzerinden çok çünkü eleştiriler
yapılıyor, işte okullar yetersiz, yeni öğrenciler geliyor, işte 1,5 milyon öğrenci
tekrar katılıyor, işte onların derslikleri yetersiz, onların işte kullanacağı çeşitli
elemanlar vesaireler yetersiz, öğretmen yetersiz üzerinden tartışma yapıldığı
için, bunun için söylüyorum.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Ama bu doğru değildi,
bunu tekrarlamakta ben yarar görüyorum. Bu tartışma, bir kanaat üzerine
yapılan bir tartışmaydı. Halbuki biz artık şiddetle eğitim meseleleri
konuşulurken bir kanaat üzerinden değil bir bilgi üzerinden, bazı rakamların
analizi üzerinden yapılması gerektiğini vurguluyoruz. Kamuoyuna burada açıkça
şunu ifade etmek istiyorum: Milli Eğitim Bakanlığı kamuoyunun ihtiyaç
duyduğu bütün bilgileri üretecek ve paylaşacak konumda. Hem o kadar saydam
bakıyor meseleye, hem de o kadar artık altyapı olarak hazır. Bu açıdan konuyla
ilgili olarak bilgi isteyen insanlarımızın hepsine istedikleri bilgileri vermeye
hazırız. Ama kanaat üzerinden yapılan tartışma bizi de bazen incitiyor ve
üzüyor.Şunu söyleyelim: Şimdi bakınız ben size yine çok kısa bir tablo çizeyim.
Biz bu yıl tahmini olarak 66 ayını doldurmuş çocuklardan ek olarak
gelebileceğini düşündüğümüz öğrenci sayısını 478 bin olarak belirledik, siz
bunu 500 bin kabul edin aşağı yukarı. 478 bin öğrenci gelecek. Ortaöğretimde
de yine okullaşma yüzde 100 zorunlu hale geldiği için  200 bin civarında da
oradan bir öğrenci geleceğini varsaydık. Yani, aşağı yukarı 650 bin ila 700 bin
arasında bir  öğrenci, doğru mu? Geçen yıl biz tüm Türkiye’de yine yaklaşık
olarak 22 bin derslik, 22 bin 300’e yakın derslik hizmete açıldı. Bunlardan
11500’ünü yeni yaptık, 10600’ünü de aşağı yukarı  –tabii küsurları de var
bunların- proje dışı uygulamaları proje aslına dönüştürerek gerçekleştirdik. Bu
öğrenci başına 30 kişiden en az 660 bin öğrenci eder.  Eğer 40 öğrenciden
hesaplarsanız bunu 840 bin öğrenci eder. Bu açıdan bakıldığında derslik olarak
ve fiziki altyapı olarak bugün eğitime başladığımızda bir önceki yıldan
kesinlikle daha kötü bir durumda değiliz. Peki, o zaman neyi tartıştı Türkiye? Bu
bilgiye sahip olmayan insanların derslik yetmiyor demelerinin anlamı ne
olabilir, daha doğrusu anlamı olabilir mi?
Eğer bunun üzerinden derslik sayısı öğrencisi fazla yahut da ikili eğitim
yapıyoruz, geç çıkacağız gibi birtakım tartışmalar yeniden gündeme
getiriliyorsa, ona tekrar başka bilgileri de vermek istiyorum ben. Derslik sayısı
örnek olarak gösterilen İstanbul’da geçen yıl da aynı durumdaydık. Üstelik de
biz İstanbul’a bu yıl bir önceki yıla göre diğer illerle kıyaslandığında çok daha
fazla yeni derslik kazandırdık, tam 4909 derslik kazandırdık. Yeni gelen öğrenci
sayısı 110 bin, 120 bin civarında olacakken, biz 150 binden fazla öğrenci için
derslik kazandırdık. O açıdan bakıldığında bir önceki yılla mukayese
edildiğinde, bizim İstanbul’da derslik başına öğrenci sayımız birer kişi, ikişer
kişi azalmalı. Ama buna rağmen biz bunun sorun olduğunu görüyoruz, bunu da
kamuoyuyla açık yüreklilikle paylaştık. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana,
Mersin, Urfa, Antep, Diyarbakır, Batman benzeri illerimiz, yani göç alan
illerimiz ciddi anlamda eğitimde altyapı eksikliğini hissediyor. Biz de zaten o
illerimize geçen yıldan itibaren stratejik olarak öncelik vermeye başladık,
yatırımlarımızı oralara kaydırdık ve ağırlıklı olarak oralarda okul yapmaya
başladık. Ve hayırseverlerin yatırımlarını oraya yönlendiriyoruz vesaire. Böyle
bakıldığında, biz bu sorunu görüyoruz ve hazırlığımızı da yapıyoruz. Ama
bunun üzerinden yapılan tartışma, aslında eğitimin gerçekleri üzerinden yapılan
bir tartışma değildi, bütünüyle siyasi bir tartışmaydı.
SUNUCU- O zaman bu girizgahtan sonra isterseniz kısa bir reklam arası
vereceğim. Reklamdan sonra hem müfredat değişikliği, çünkü asıl önemli olan
ayaklardan bir tanesi de o, hem de yeni uygulamalar nedir, onları size
soracağım.
Şimdi kısa bir reklam arası veriyoruz, reklamdan sonra tekrar Milli
Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer’le birlikte olacağız.
(Reklam Arası)SUNUCU- Tekrar merhaba,  Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’le
sohbetimiz devam ediyor 4+4+4’e ilişkin olarak.
İsterseniz bir geçiş olsun, bu hemen reklamın başında bir ikili
öğretimden ona yönelik eleştiriler, onun üzerinden size, Milli Eğitim’e yönelik
eleştiriler olduğunu ifade etmiştiniz ikili eğitim sistemi nedeniyle işte geç
gelmeler üzerinden bir tartışma vardı, isterseniz oradan başlayalım, eleştirilere
ne diyeceksiniz, ondan sonra müfredata geçeriz.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bu da az önce belki
tartıştığımız veya üzerinde durduğumuz konulara çok paralel bir mantıkla
tartışıldı. Çünkü bilgi üzerinden değil, bir kanaat üzerindendi. Doğrusunu
söylemek gerekirse Türkiye’de ikili eğitim ilk defa yapılıyor değil. Ta modern
eğitime geçtiğimiz günden beri Türkiye’de ikili eğitim yapılır. Bizim hedefimiz
ikili eğitimden çıkmak ve mümkün olduğu kadar her derslikte maksimum 30
öğrenci ve tekli eğitime geçmek. Ancak bunun için hala yapmamız gereken bazı
altyapı eksikliklerimiz var. Geçen yıl tüm Türkiye’de okullarımızın yüzde
23’ünde yaklaşık 51 bin öğrencimiz ikili eğitim yaptı. Bu yılsa yine aşağı yukarı
yine 23, 24’ünde, yine aşağı yukarı Türkiye çapında yüzde 52’sinde, yüzde
53’ünde ikili eğitim yapacağız. İstanbul’da ise bu daha ağırdı. İstanbul’da geçen
yıl öğrencilerimizin yüzde 67’si, hatta yüzde 68’i ikili eğitim yaptı, bu yıl yüzde
70’e geleceğiz, yüzde 70’i biraz geçeceğiz. Şimdi meseleye böyle baktığınızda
ikili eğitim yeni takip etmekte olduğumuz sistemin bir sonucu değil ki.
SUNUCU- Bir anda ortaya çıkan bir şey değil.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bunu niçin tartıştık, ben
bu yıl mesela anlamakta zorlandım. Eğer bunu tartışacaksak sürekli eğitimin bir
sorunu olarak tartışmalıyız, hiçbir itirazım yok. Ama eğitim sisteminin yeni
boyutlarıyla ilgili bakıldığında eğitim sisteminin  bu yıl yenisi neyi etkileyecek
derseniz birinci sınıfları etkileyecek, orta birleri etkileyecek ve lise birleri
etkileyecek, diğerleri için çok ciddi bir eğitim ve etkilenme olmayacaktı. Bunlar
için yeteri kadar derslik hazırlanmıştı ve öğretmenimiz hazırdı. Onun dışındaki
koparılan fırtınanın aslında gerçekçi bir zemini asla olmadı o ülkede. Şimdi şunu
söylemeliyim: Peki, bu sene hakikaten önceki yıllara göre daha geç mi çıkacak
çocuklarımız? Evet, 1 ders saati daha geç çıkacaklar. Ama bunun çok önemli bir
gerekçesi var, bunu tekrar sizin vasıtanızla paylaşmak istiyorum.
Biz uluslararası mukayeseler yaptık, çünkü hedefimiz bundan sonra
çocuklarımızın küresel düzeyde rekabet edebilir olmalarını sağlamak. Öyleyse
bu alanda oldukça iyi olan ülkelerden 43 tanesinin genel ortalamalarına baktık,
gördüğümüz şey şu: 8 yıllık eğitimde biz tam 674 saat eksik ders veriyoruz çocuklarımıza. Yılda 720 saat eğitim yaptığımızı ben ifade edersem aradaki
farkı görmüş olursunuz. Aşağı yukarı 1 yıllık bir eksik eğitime tabi tutuyoruz
çocuklarımızı biz. Bu 1 yıllık eğitimin içerisinde hangi dersler daha fazla eksik
diye baktığınızda gördüğümüz manzara şu: Biz, çocuklarımıza 8 yıllık süre
içerisinde 198 saat daha az matematik öğretiyoruz, 155 saat yakın daha az sosyal
bilgiler, 115 saate yakın daha az fen bilgisi, 169 saat daha az din dersi, 215 saat
daha az beden eğitimi ve spor dersi veriyoruz. Böyle olunca şimdi ben buradan
sormak istiyorum size. Eğer hedefiniz küresel düzeyde bir rekabet edebilirlikse,
çocuklarınızı ona hazırlayacaksanız o zaman bu dersleri almak durumundasınız.
Şimdi eğer almak istemiyor, rahat etmek istiyorsanız o zaman da PISA
sınavlarında çocuklarımızın 34 ülke içerisinde 33. olmasını dert edinmemeniz
gerekir. Biz burada tercihte bulunduk ve o tercihimizin de hakikaten
hedeflerimize uygun olmasını sağlayacak tedbirleri aldık. O açıdan bakıldığında
bütün anne ve babalara buradan seslenmek istiyorum. Aslında 200 saat daha
fazla matematik almak çocuklarımızın dershaneye gitmesini engelleyecek. Ve
biz okullarda matematik müfredatımızı buna göre değiştiriyoruz. Yaptığımız
önemli yanlışlardan birisi de belki buydu. Normal şartlarda biz 200 saate yakın
daha az matematik dersi veriyorken mesela Singapur’a göre kıyaslandığında
çocuklarımıza 2 misli matematik kazanımı öngörüyorduk. Yani küçücük
çocuklarımıza kocaman, geniş ağızlı bir huniden bilgi yığınını boca ediyorduk.
Ve oradan çok az bir kısmını alıyor, geri kalanlarını almadığı için de bunun
matematik kafası yok diyorduk. Doğru değil, bütün çocukların matematik kafası
vardır, bütün çocukların sosyal bilgiler kafası da vardır, bütün çocuklar bunları
başarabilir. Biz yeter ki onun dimağına uygun ve onun alabileceği kadar olan
bilgiyi ve yine onun kolay öğrenebileceği bir yöntemle sunabilelim. İşte
yapmaya çalıştığımız şey bu. Ne kadar başarılı olursak çocuklarımız o kadar
başarılı olacaklar.
SUNUCU- Aslında dediğiniz doğru, çünkü o paradigmalar yıkılıyor,
yani şimdi biz de o eğitim çarkından, eğitimden geçmiş kişiler olarak bu yeni
yapılan sistem gerçekten bazen bile farklı gelebiliyor, bazı sanki eleştirilebilir
noktaları her halükarda vardır ama, garipsediğimiz konular ortaya çıkabiliyor.
Şimdi belki de bu en çok eğitimin belki de içeriğinde içerik en önemli
olanlardan bir tanesi. Yani istediğiniz kadar sistemler değiştirin, istediğiniz
kadar iyi olsun eğer müfredatınız içeriğinde bir şey yoksa sonuçta
verebileceğiniz çok fazla bir şey yoktur. İçerik de aynı şekilde müfredatta köklü
değişiklikler yaptınız. Önce isterseniz bir genel ne değişiklik oldu müfredatta?MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Müfredata geçerken o
zaman madem bu bölümü kapatıyoruz, özellikle fiziki ve altyapıyla ilgili
bölümü, buradan şöyle bir hususu da yine paylaşmak istiyorum.
SUNUCU- Buyurun.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Siz gördünüz, biz
Pazartesi günü okullarımızda eğitime başladık. Önümüzdeki Pazartesi günü de
geri kalan sınıflarımızda eğitime başlayacağız. Çok şükür Türkiye çapında
okullarımızda büyük problemler olmadı, küçük problem bile olmadı sayılabilir.
Başarıyla biz bir eğitim yılına  adım attık, bütün okul müdürlerimiz çünkü yaz
boyunca fedakarca çalıştılar ve eğitim programlarına da dahil oldular. Milli
Eğitim Bakanlığı’nın bütün yöneticileri bu yıl yaz tatili yapmadılar. Ve hepimiz
gece gündüz çalıştık. Ben b vesileyle hem Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki
yöneticilerimize, hem de bu konudaki yoğun çabaları sebebiyle tüm okul
müdürlerimize fedakarlıkları sebebiyle, odalarını terk ettiler, belki de okulun
ihtiyaç duyulan bazı alanlarını çocuklarımıza derslik olarak yeniden açtılar. Bu
fedakarlıkları sebebiyle hakikaten canı gönülden teşekkür ediyorum.
Müfredat dediğiniz konuda da iki şeyi yapmaya çalışıyoruz: Bir;
hakikaten kazanımlar neler olmalı bunu gözden geçiriyoruz. Tüm derslerimizde
müfredatı gözden geçirerek küresel düzeydeki kazanımlar neyi öngörüyorsa biz
de onu yapacağız. İki; yöntemimizi gözden geçiriyoruz. Yani kitaplarda bütün
bilgilerin hazır olarak verildiği bir yaklaşım tarzı yerine, hem kitap yazma
tarzımızı değiştirerek, hem de yöntemimizi değiştirerek, öğretme yöntemlerimizi
değiştirerek çocuklarımıza daha kolay ve daha etkin ulaşmak istiyoruz. O açıdan
bakıldığında Talim Terbiye Kurulu zaten yeniden yapılanmıştı. Ve Talim
Terbiye Kurulu’nun çalışma yöntemlerini de gözden geçirdik, gözden
geçiriyoruz. Hem normal ders kitapları, hem de artık şimdiye kadar
gündemimizde olmayan dijital kitapların, biz onlara Z kitap ismi veriyoruz,
zenginleştirilmiş kitap anlamında. Z kitapların hazırlanmasıyla ilgili yeni bir
metodolojiyi üretiyoruz, öğretmenlerimize de bunu aktaracak altyapı hazırlıkları
içerisindeyiz.
SUNUCU- Talim Terbiye Kurulu’nda yeni bir revizyon mu, nasıl bir
şeydir bu, yani metodoloji derken bunu biraz açarsanız.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Evet, bu Talim
Terbiye’de de yeniden yapılanma, ama ayrıca ders müfredatıyla da ilgili bir
düzenleme yapıyoruz. Şöyle isterseniz örneklendireyim size.
SUNUCU- Temel noktaları ne olacak?MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bakınız biz yabancı dili
çocuklara bir matematik formül gibi öğretiyoruz öyle değil mi?
SUNUCU- Evet.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Mesela Türkçede durum
nedir, Türkçe cümle yapısında bunu siz önce ortaya koyuyorsunuz. Ben okula
gittim dediğinizde özne, artı tümleç, artı yüklem diyorsunuz, fiil diyorsunuz.
Sonra aynı bir matematik formülü yapar gibi İngilizceyi öğretirken subject, artı
verb, artı object diyorsunuz. Halbuki konuşulan dil yaşayan bir şeydir ve iletişim
kurmak üzerinedir. Eğer siz bunu bir matematik formülüyle eş değer bir şekilde
çocuğa sunarsanız o onu formül olarak ezberlemeye çalışıyor. Biz ise insanlara
kelime öğretmeyi, cümle öğretmeyi öne alan bir yaklaşım sunacağız. Ben daha
önceden şunu söylemiştim tekrar etmek istiyorum: Çocuklarımıza biz yaklaşık 8
yıl, 9 yıl yabancı dil öğretmeye çalışıyoruz. Her yıl sadece 10 cümle öğretsek
eğitimin sonunda 100 cümleye uğraşırdı ve 100 cümleyle derdini anlatabilirdi.
Bir her yıl çocuklarımıza İngilizce eğitim yaptığımız halde konuşmalarını
sağlayamıyoruz, ismini bile söylemekte zorlanıyor. O zaman bunun bir yöntem
meselesi olduğunu görmek gerekmez mi? Veya benzer bir şeyi başka alanda
söyleyeyim. Mesela biz tarihi kronolojik olarak anlatıyoruz. Bunlar ne zaman
devlet kurdular, işte Mete ne zaman işe başladı, Cumhuriyet ne zaman kuruldu,
ne zaman hangi hadise oldu bunları anlatıyoruz. Kronolojik olarak tarih bize çok
fazla bir şey öğretmiyor. Aynı zamanda Peygamber Efendimizin hayatını
anlatıyoruz, onu bir kronoloji olarak söylüyoruz, şu tarihte doğru, bu tarihte
hicret etti diye. Halbuki biz yeni yaklaşım tarzında meseleleri öyle ele
almayacağız.
SUNUCU- Nasıl alacaksınız?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Biz, tarihi olayları
sebepleriyle, sonuçlarıyla. Gerektiği zaman belki hangi zaman diliminde
geçtiğini, ama onun topluma nasıl etki yaptığını, hangi toplumlarla ne tür
ilişkiler sonucu ortaya çıktığını göstermeye çalışacağız. Bir peygamberi
anlatırken onun insanlar arasında bir insan, olağanüstü bir varlık değil. Ve bir
insan olarak da diğerleriyle ve toplumun meseleleriyle nasıl ilişki kurduğunu,
nasıl sorunu algıladığını ve çözmek için tavsiyelerde bulunduğunu anlatmaya
çalışacağız, yani bir değer üzerinden bir şey vermeye çalışacağız. Bu sebeple
bakıldığında artık yaklaşım tarzımız, yöntemimiz ve buna dayalı kazanımlarımız
da değişecek.
SUNUCU- Bu müfredat üzerine, belki içerikler üzerine konuşurken
seçmeli ders üzerinde belki de çok fazlaca duruluyor. Biz de o konuda çok sık eleştiriler geldiği için, belki o konu da çok konuşulduğu için seçmeli ders
sisteminde özellikle 3-4 başlık var. Mesela Kur’an-ı Kerim, Hayreti Peygamber
Sallallahü Aleyhi ve Sellem’in hayatı, işte Kürtçe dersler gibi. Ama hep bunların
üzerinde konuşuluyor, diğerlerinin üzerinde konuşulmuyor. Anaç neydi seçmeli
dersle?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi bir kere önce
şunu söylemeliyim: Seçimlik dersler üzerine ne kadar çok konuşur ve tartışırsak
bence o kadar doğru bir iş yapmış oluruz. Çünkü bugün eğitim sistemimizde
paradigma değişimi dediğim şeyin en önemli göstergesi seçimlik dersler
üzerinedir. Veya başka bir ifadeyle Türkiye’de eğitim sisteminin daha
demokratik ve esnek bir yapıya kavuşturulmasıyla ilgili düzenlemeler, aslında
seçimlik dersler üzerinden daha kolay anlaşılabilir. Bu açıdan daha başlangıçta
söylediğim otoriter tarzın yerine demokratik tarzı belirleyici öğe bu alandadır.
Dolayısıyla şunu söylemek lazım ki: Bu tartışma doğru bir tartışmadır. Bunun
yerine tabi sadece seçimlik dersler konuşulurken Kur’an-ı Kerim, Siyer-i Nebi
ve Kürtçe dersleri üzerine yoğunlaşmak bence diğer derslere yapılmış bir
haksızlık. Çünkü biz 6 grup halinde en az 21 başlık altında çocuklarımıza ilgi
duyacaklarını tahmin ettiğimiz dersler sunuyoruz. Mesela dil ve anlatım
bölümünde çocukların güzel konuşmalarını, güzel yazmalarını, yazar olmalarını,
okuduğunu analiz edebileceği bir yapıyı hayal ediyoruz. Ne bileyim güzel
sanatlarla ilgili bölümde, sporla ilgili bölümde çocuğun geleceğini eğer spor
veya güzel sanatlar üzerinde görüyorsa bunun üzerinden bir hayat kurabileceği
bir altyapı sunuyoruz. Beden eğitimi dersi artık spor dersimiz değil bizim.
Beden eğitimi, spor kültürünü veren, sağlıklı beslenme, obeziteyle mücadele
gibi belki birtakım hayata dair bilgileri aktarırken sporu çocuk ayrıca seçecek,
haftada 4 saat spor alabilecek, istediği spora yönlenmesini sağlayacağız
elimizden geldiği kadar. Bu yıl ne kadarını başaracağımızdan o kadar emin
değilim. Ama elimizden geldiğince başarmaya çalışacağız. Çocuklarımız eğer
fen kabiliyeti varsa okuduğu matematiğin, okuduğu fen bilgisi dersinin günlük
hayatla irtibatını kurmayı öğrensin istiyoruz. Yani uygulamalı matematikle,
uygulamalı fen bilgisiyle, çevre dersleriyle. Yine toplum içerisinde bir hak, bir
hukuk, bir adalet kavramlarını tanısın istiyoruz. Türkiye’de şunu çocuklarımıza
öğretmen istiyoruz: Hak etme diye bir şey talep etmesin. Bir şeyi hak ederek
alsın, hak etmediği bir şey veriliyorsa onu kabul etmeyecek kadar gururlu olsun
istiyoruz. Ve bunun içinde hak, hukuk, adalet gibi kavramları öğrenebileceği
dersler vermek istiyoruz. Yine dini bilgiler derslerini zaten çokça tartıştık. Böyle bakıldığında biz aslında çocuklarımız için hakikaten geniş bir yelpaze sunmak
için çaba sarf ettik.
SUNUCU- Peki, bazı iddialar var, ben hemen onları da sorayım
isterseniz. Kur’an-ı Kerim dersi. Ve bazı okullarda şimdi bugün seçimli dersler
için son gün. Uzatmayı düşünüyor musunuz önce onu sorayım. Çünkü birçok
kişi bu konuda bana gelen Twitter’lar ve maillerde de öyleydi. Bunun
uzatılmasını talep ediyorlar, böyle bir şey olabilir mi diye soruyorlar.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Aslında uzatma diye bir
endişe taşımasın velilerimiz. Ayın 12’sine kadar bildirmiş olduğumuz şey, şayet
çocuklarımızın önemli bir miktarı eğer seçimlik dersler hakkında bize bilgilerini
ulaştırmışlarsa o bizim karar vermemizi kolaylaştıracak. Dolayısıyla çocukların
bu hafta sonu da, hatta öbür hafta sonuna kadar da ders seçme imkanları var,
hatta seçtiği dersleri değiştirme imkanları da olur. O bakımdan benim çocuğum
ayın 12’sine kadar dersini seçemedi, bundan sonra seçimlik ders alamayacak
gibi bir endişeye düşmemeliler. Çünkü bizim programımızda çocukların 8 saat
seçimlik ders alma yükümlülüğü var.
SUNUCU- Her halükarda seçecek.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi tabi biz ayın
12’sine kadar bir süreyi verdik kendilerine. Çünkü bizim bir hazırlık yapmamız
ve karar vermemiz gerekiyor. Hangi dersleri açabileceğimizi önceden görmek,
onun için de eğitim başlamadan öğretmen seçmek gibi bir sorumluluğumuz var.
Eğer hakikaten çocuklarımızın önemli bir kısmı bununla ilgili tercihlerini bize
bildirmişlerse biz önümüzdeki haftaya daha hazır olacağız. Aksi takdirde
dediğim gibi çocuklar mutlaka 8 saatlik seçimlik dersi alacaklar. Bugün seçimini
beyan etmemiş olsa bile hafta sonuna kadar, hatta eğitimin başladığı hafta içinde
de bunları yaparak derslerini belirleyecekler.
SUNUCU- Bir de özellikle dinle ilgili olan, Kur’an-ı Kerim dersleri
veya Peygamber Efendimizin hayatıyla ilgili olan derslerde iddialar var, bugün
basında da çıktı, sıcak konu olduğu için onu sorayım. Yani bazı yöneticilerin,
öğretmenlerin bu seçimli derslerle ilgili öğretmen yok deyip veya başka sebepler
sunup velileri farklı seçimli dersler almaya yönlendirdikleri iddiası var.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi doğrusunu
söylemek gerekirse çok geniş bir aileyiz biz. Yani Milli Eğitim camiasına
baktığımızda 700 binden fazla öğretmenden bahsediyorum, 42 bin okuldan
bahsediyorum dikkat ederseniz. Bu yapı içerisinde mesajımızın ulaşmadığı
yerler var mıdır böyle bir ihtimalin hesaplanması lazım. Yahut da bir okulun ve
yerel şartların gereği bazı yöneticilerimiz buna benzer şeyler söylemiş midir? Yani uzak bir ihtimal olarak görmüyorum. Ama bunun genelleştirilebilen bir şey
olduğunu asla düşünmediğim gibi bu yapılanın doğru olmadığını da
düşünüyorum. Yani biz bununla ilgili bir bilgiyi aldığımızda doğrudan doğruya
okul yöneticileriyle irtibat kuruyor ve düzeltiyoruz. O açıdan bakıldığında
aslında bunun gazetelerde büyütüldüğü kadar genelleştirilebilen bir sorun
olduğuna dair bir tahminim yok. Ama çok somut bilgiler varsa bunları bize
ulaştırırlarsa biz ilgili okullarla görüşürüz.
SUNUCU- Bize mesela gelen bir şeyde, İstanbul’da 6. sınıflarda mesela
Kur’an-ı Kerim dersi yok denmiş bazı velilere. Böyle bir şey seçemezsiniz, işte
5 var, 7 var ama, 6. sınıfta yok deyip işte onları farklı seçmeli derslere
yönlendirmişler, böyle iddialar da var da o anlamda soruyorum, İstanbul gibi bir
şehirde yani.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bunların yanlış
anlaşılabilen durumları olacağını, bu ihtimallerin zayıf olacağını, niye 7’de var
da 6’da yok diye insanlar sormaz mı? Dolayısıyla bu tip konuların ihtiyatla
karşılanması gerekir.
SUNUCU- Ne yapmalı yani veliler bu konuda?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Böyle bir durumda veli,
şayet okul müdürü gerçekten kendisine böyle bir yönlendirme yapmışsa ilçe
milli eğitim müdürlüğüne durumu bildirmeli. Veya doğrudan doğruya
Bakanlığımıza, Alo 147’ye bildirebilir.
SUNUCU- Yani herhangi bir şekilde zorlama olamaz diyorsunuz değil
mi bu konuda?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Evet. Olmasın diye
zaten seçimlik dersler için 1 hafta önceden çocuklarımız okul müdürleriyle ve
öğretmenlerle muhatap olmaksızın kendi evlerinden serbestçe seçim
yapabilsinler diye biz müracaatı okul açılmadan önceye aldık. Ve bilişim
ortamında müracaat yapılabilecek bir altyapı kurguladık. Bu sebeple bu tip
düzenlemelerde ben işin biraz abartıldığı kanaatindeyim.
SUNUCU- Peki, böyle bir mesela Kur’an-ı Kerim dersini çok sayıda
seçimli ders olarak çok kişi seçti. Öğretmen yeterli olacak mı, nasıl bunu
karşılayacaksınız, yani bu altyapı sıkıntısını çözebilecek misiniz?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bizim öğretmen temin
etme yöntemimiz o kadar belli ki hiç tereddüt yok o konuda. Şayet çocuklarımız
dersleri seçmişlerse hangi dersin seçildiği ve hangi sınıflara açılacak belli
olduktan sonra ilk önceki adım, mevcut okuldaki öğretmenler içerisinden bu
dersi verebilecek öğretmenlerimizi seçmek olacak. Hala öğretmene ihtiyaç varsa, şimdiye kadar nasıl yok takip ediyorsak o yöntemlerle ücretli öğretmen
temin edeceğiz toplum içerisinde üniversite mezunu  olmuş bu dersi
verebileceğini iddia eden kişiler arasından en uygun olanlarını seçerek
okullarımızda derslere davet edeceğiz.
SUNUCU- Bugün aslında sizi konuk edeceğimizi duyurunca
Twitter’dan, internet üzerinden. Dedik gelen şikayetler, sorular neyse onları bir
süzgeçten geçirelim size iletelim diye. Ama gelenlerin hepsi neredeyse
öğretmenlerin eş durumuna ilişkin oldu. Yani müthiş bir kampanya veya bir
hazırlık aşaması olmuş. Yani müfredata dair veya işte yeni sisteme dair hiçbir
neredeyse soru gelmedi.  Ama genelde öğretmenlerin en büyük sorunlarından
birisi olarak eş durumu tayini, işte il emri çıkacak mı çıkmayacak mı vesaire
üzerine hep sorular geldi. Bu 9 bin kişi özellikle diye ifade edildiler. Böyle bir
şey var mı, yani bu konuda bir adım veya bir çalışma?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bir kere öncelikle şunu
söyleyeyim: İl emri çıkmayacak. Yani il emri denilen şey şu: Ben bunu
kamuoyuyla açık yüreklilikle paylaştım, tekrarlamak da istiyorum. İl emri;
herhangi bir öğretmen, eş durumundan, sağlık  ve benzeri özür durumundan
dolayı herhangi bir okulda, herhangi bir dersi vermek üzere değil, Valiliğin
emrine gönderilme anlamına geliyor. Aslında bunun başka bir anlamı şu: İlde
özellikle il merkezinde oraya atanmış, ama dersi olmayan öğretmen oluşturmak
anlamına geliyor. Tam bu esnada o ilin ilçelerinde ise öğretmene ihtiyaç
duyuyoruz. Ben o ilçelerdeki öğretmen ihtiyacımı karşılayamıyorken il
merkezinde ders vermeyen öğretmenlerimiz oluyor, bu azımsanacak bir durum
değil.
Mesela ben size daha önceden verdiğim için aynı örneği tekrar vermek
istiyorum. Samsun merkezinde şimdi tam 481 tane sınıf öğretmeni fazlamız var.
Ama Samsun’un ilçelerinde 54 tane sınıf öğretmenine ihtiyacımız var. Ve ben o
54 sınıfa öğretmen bulmakta zorlanıyorum. Çünkü il emrine gönderdiğim
öğretmen oraya gitmek istemiyor. Gitmem diyorsa gönderemiyorum,
göndermeye kalktığım zamanda mahkeme buna cevaz vermiyor. Şimdi o yüzden
biz ilçelere doğrudan doğruya okullara öğretmen göndermeye başladık, isteyen
gidebilir, boş kadrolarımızı da ilan ettik zaten. Ama şunu söylemeliyim: Yine
mesela Samsun’da 683 tane norm fazlası öğretmenimiz ilde boş duruyorken tam
722 tane ücretli öğretmen istihdam ediyoruz. Şimdi size şunu söylemeliyim
tekrar: Bir öğretmenin maliyeti yılda 36 bin lira bize, ayda  3 bin liraya aşağı
yukarı. Aldığı maaş, sosyal güvenlik primi ve genel sağlık sigortası olarak
bakıyorum. 10 bin öğretmenin maliyeti ise 360 milyon liradan fazla. Şu anda tüm Türkiye çapında yaklaşık 33 bin tane norm fazlası öğretmen var ve biz
bunlardan yeteri kadar yararlanamıyoruz. Bunların maliyeti 1 milyar 100
milyonun üzerinde. Ben bu ülkede vergi veren insanlara da acımak gerektiğini
düşünüyorum, onların kaynaklarını da etkin kullanmanın gerektiği
kanaatindeyim. Bu açıdan il emrine öğretmen göndermek istemiyoruz. İlan
ettiğimiz kadrolara gitmek isteyen öğretmenlerimiz için kalbimiz, gönlümüz
açık. Ama onun ötesinde şunu da yine öğretmenlerimiz bilmeliler ki, bütün
eşleri birbirleriyle bir araya getirmek için var gücümüzle çalışıyoruz. Belirli bir
sistem üzerine, objektif bir karar kriteri üzerine insanların tamamını bir araya
getirmeye çalışacağız. Bize sadece eş durumundan müracaat eden insan sayısı
25 binden fazla. Onların da şimdiye kadar 15 binden fazlasını neredeyse
yerleştirdik, geriye bir 19 bin işte küsur civarında bir öğretmen kaldı. Onları da
gerek alan değişikliği yaparak, gerek becayiş yaparak istedikleri yerlere
göndermeyi arzu ediyoruz. Ama şunu da söylemek istiyorum size: Bütün eşler
nasıl oluyorsa batıya gelirken eşlerini yanlarına istiyorlar da, doğuya giderken
eşlerini yanlarına istemiyorlar. Bütün eşler eşlerini batıya getirdiklerinde onları
orada alıkoyuyorlar da doğuya giderken götürmüyorlar. Peki, eş dediğiniz
zaman, eş yanınızda olması gereken birisiyse, nasıl oluyor? Hep batıya gelenler
olmasa da oluyor da, doğuya gidenler olmazsa oluyor. Dolayısıyla, bu açıdan
bakıldığında burada yapılan şeyin aslında sadece yoğun bir duygusal talep
üzerine kurgulandığını ifade etmem lazım. Biz Bakanlık olarak tabii ki
insanların duygularını da karşılayacak mutlu ve huzurlu bir şekilde sınıfında
dersine girecek tedbiri almakla mükellefiz, ama bir de toplumun kaynaklarını da
etkin kullanmak gibi bir zorunluluğumuz var. O yüzden buradan tekrar
hatırlatıyorum, hala bitmedi süreç; biz  mümkün olduğu kadar eşlerinin yanına
göndereceğiz, ama yapamıyorsak da lütfen bizi anlayışla karşılasınlar. En kötü
ihtimalle gelecek yıl bu sorunu karşılayabiliriz.
SUNUCU- Teşekkürler, bu da son soruydu zaten. Sayın Milli Eğitim
Bakanı Ömer Dinçer, geldiğiniz için, bizimle bu görüşlerinizi paylaştığınız için
teşekkür ediyoruz tekrar.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Ben de teşekkür
ediyorum.
SUNUCU- Bugün Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer’le hem
4+4+4’ü, hem de sonraki süreçte milli eğitimin, eğitimin sorunlarını konuştuk,
kendisi bize bu konudaki yorumlarıyla katkıda bulundular, teşekkür ediyoruz
geldiği için.
Yarın bir başka konu ve konukla tekrar birlikte olacağız, şimdilik hoşça
kalın.
----- /

0 yorum: